Kilo Problemine Kuramsal Bakış

AYDINLANMA 

1783 yılının aralık yarında Berlinische Monatsschrift dergisi, ilahiyatçı ve eğitim reformcusu olan Johan Fredrich Zöllner’in her yanıyla resmi olan evlilik törenlerinin önemi üzerine yazdığı bir makalesini yayımlar. Zöllner, derginin aufklören, aufgeklörte ve aufklörung terimlerini kullandığını belirterek, bir dipnotta sorar; Aydınlanma nedir? Hakikatın ne olduğunun bilinmesi kadar önemli olan bu soru aydınlanmaya başlamadan önce cevaplandırılması gereken bir sorudur. 

Bunlar yazıldıktan sonra ki on yıl içinde aydınlanmanın sınırları ve doğası üzerine yapılacak tartışmalar Alman edebiyat ve felsefe dergilerini kaplamıştır. İmmanuel Kant’ın bu soruya verdiği cevapsa en meşhur cevap olmuştur. Kant, “Aydınlanma nedir?” Sorusuna “Aydınlanma, insanın kendi suçuyla düştüğü ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayışsa, insanın aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. Ve bu ergin olmayışa insan kendi suçuyla düşmüştür.”

Çünkü insan aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanma kararlılığını ve yürekliliğini gösterememiştir. İnsan, aklını kendisi kullanmak cesaretini göstermelidir. 

1984 yılında Michel Foucault, Kant’ın Kasım 1784’te, Berlinische Monatscrift adlı dergiye gönderdiği ve aydınlanmanın bildirisi niteliğindeki “What is Enlightement?” Başlıklı yazısıyla aynı başlığı taşıyan bir makale yayınlar. Foucault, Kant’ın önerdiği aydınlanma bildirisinin amacını kabullenirken, modernizmin sınırlayıcı yanları olduğunu söylemek alternatif yöntemler ileri sürer. Foucault, Kant’ın aydınlanmaya yanıtlar bulurken bugün kavramını geçmiş ya da geleceğe atıflarda bulunarak bir bütünlük içinde değil, güncel gerçeği temel alarak tanımladığını söyler. 

Dilek Doltaş, Foucault’un Kant’ın aydınlanma fikrini bir dışa çıkma, insanlara konan sınırları sorgulama ve onları aşma olgusu olarak betimlediğini öne sürer. Foucault, Kant’ın insanın aklını kullanmadığını, başka birisinin otoritesine boyun eğdiğini söyleyerek, bu duruma örnek teşkil edecek üç duruma, geleneksel otorite merciine dikkat çektiğini söyler; 

1- Kendi kavrayış gücümüzün yerini bir kitabın, 

2- Vicdanımızın yerini ruhani bir kılavuzun, yani dini bir liderin,

3- Zayıflama adına nasıl bir diyet uygulayacağımıza, bir doktorun karar verdiğini ve bunların da insan olgunlaşmamasında rol oynadığını ileri sürer. 

Foucault’a göre, Kant, bilinç, otorite ve aklın kullanım biçimleri arasında otoriteye dayalı olarak kurulmuş bu ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gerektiğini öne sürer. Foucault’a göre, Kant’ın metni bir bütün olarak ele aldığında aydınlanmaya getirilen tanım ve açıklamalarda bir karmaşıklık vardır. Örneğin Kant, aydınlanmayı hem insanların topluca katıldığı, devamlılığı olan, tarihsel değişim içeren, insanların sosyal ve pratik durumlarını etkileyen bir olgu gibi görmekte, hem de onu cesaret öngören kişisel bir görev ve bir zorunluluk gibi ele almaktadır. Ayrıca, Foucault’a göre, Kant, insan sözcüğüne de karmaşık bir anlam yükler. Kant insandan söz ederken aydınlanmanın etkisinde gelişen ve değişen insanoğlunu mu yoksa kişisel özellikleriyle değişen, olgunlaşan bir bireyi mi kasteder belli değildir. 

Foucault, Kant tarafından öne sürülen aydınlanmayla ilgili iki koşulun; ahlaki, ruhsal, kurumsal ve politik diye tanımlanabilecek dört madde halinde incelenebileceğini söyler. Birinci madde, itaatle aklın kullanım alanlarının birbirinden ayrılmasıdır. Önemli olan aklın bir amaca yönelik değil, yalnızca gerektiği için kullanılmasıdır. Aklını bu şekilde kullanan kişi ergin olmama halinden kurtulur. İkinci koşulda aklın kullanım alanlarının özel ve genel diye ikiye ayrılması vardır. Özel alanda kişi toplum içindeki yerinin, sorumluluklarının bilincinde olmalıdır. Ve üstüne düşen görevleri, kendisine söylendiği biçimde yerine getirmelidir. 

Bu yaklaşım aydınlanmanın ruhsal ve kurumsal alanla ilişkisini belirler. Ancak aklın genel kullanım alanında kişiler görevlerin, emirlerin, kurumların akla uygun olup olmadığını sorgulamalılar ve düşüncelerini herkese açık bir biçimde dile getirmelidirler. Böylece Kant’ın aklın genel anlamda kullanımını aydın olmayı isteyen herkese şart koştuğunu görüyoruz. Kant aydınlanmayı sadece bireyin, düşünce özgürlüğünü garanti altına alan bir olguymuş gibi ele almaz. Kant’ın düşüncesinde her kişinin düşünce özgürlüğü, ancak başkalarının düşünce özgürlükleriyle birleştiğinde evrensel ve genel bir nitelik kazanacaktır. Toplumların ilerlemesine de bu yolla olanak sağlanacaktır.

Foucault’a göre, Kant böylece aydınlanma kavramına ruhsal ve kurumsal olduğu kadar, ahlaki ve politik bir nitelik de yüklemiştir. Bireyin, aklını kullanması kişisel bir zorunluluktur; ancak, bütün bireylerin aklını özgürce kullanabilecekleri bir ortamın yaratılması, bu olanağın onlara verilmesi de politik bir konudur.

Aydınlanma kuramını Foucault’un tanımıyla bitirmek yararlı olacaktır. Aydınlanma bir dönemdir! Kendi yasaları, kurallarını formüle eden ve genel düşünce tarihi ve şimdiki zaman karşısında bilgi, cehalet ve yanılsama biçimleri karşısında yapmak zorunda olduğu şeyleri söyleyen bir dönemdir.

Tüm bunların neticesinde kendimize sormamız gereken soru şu olmalıdır; “Yaşadığımız kilo probleminin temelinde yatan nedenlere baktığımız zaman biz aydınlanma noktasında neredeyiz? 

Yorum Yazın