Obezite Nedir? Neden Bir Salgın Hastalık Olarak Yayılmaktadır?

Obezite adı verilen sağlık sorununa ilk defa günümüzden 100 yıl kadar önce rastlanmaya başlandı. Bu dönem, “tesadüfe” bakın ki arabaların ve modern makinaların icat edildiği dönemdir. Teknolojinin gelişmesi, genel olarak insanlara iyi bir şey gibi gelse de, doğa açısından ciddi bir felaket oldu. 

Burada “doğa”dan kastımız çevresel sorunlardan ayrı olarak, insan doğasıdır. Sonuçta insan ne kadar evrimleşirse evrimleşsin bir hayvan türüdür ve belli bir doğaya sahiptir: Örneğin beslenmek için avlanmak zorundadır ve tükettiği enerji, avından elde edeceği enerjiyle yaklaşık aynı düzeydedir. Yani insanlar, diğer tüm canlılar gibi belli bir dengeyi sağlayabilecek biçimde evrimleşmiştir.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanlar doğaya tamamen hükmedebileceğini sandı ve kendi besinlerini üretmeye başladı. Ne var ki bu, spesifik olarak baktığımızda felaket ile sonuçlandı. Örneğin Britanya’da 1700 yılında şeker tüketimi kişi başı 2.5 kg iken, günümüzde Amerika’da şeker tüketimi kişi başı 50 kg’ı aşmıştır. Üstelik bu şekerin %50’si fruktoz içeriklidir (bir tür şeker; ancak vücudumuzun alışık olduğu glukozdan farklı, çok daha ucuz olan bir tür şekerdir) ve hücrelerimiz fruktozu parçalamak için değil, glukozu parçalamak için özelleşmiştir. Fruktozu parçalamak çok daha zordur ve bu, aşırı yağlanmaya neden olur. Çiftçiler (ve daha çok “patronları”) teknolojinin verdiği silahlar sayesinde dev miktarlarda mısır ve buğday yetiştirip köşeyi dönebilmektedir; fakat ürettikleri etin besleyici olmasından ziyade yağlı olması amaçlanır. Etin yağlı olması istenir, çünkü yağlı etin tadı güzeldir, çok satar ve zengin eder; üstelik yağsız üretimden çok daha ucuzdur. Benzer şekilde üretilen süt, peynir ve tereyağları da tamamen zararlı, doymuş ve katı yağlar içermektedir.

Yerleşik hayatın gelişmesi ve şehirleşmeyle birlikte, iş bölümünde yaşanan özelleşmeler yeni meslek tanımlarını doğurmuş, teknoloji sayesinde seri üretim ilerlemiştir. Eskiden et isterseniz, bir ineği devirip kesmeniz gerekirdi. Günümüzde köşe başında arabanıza atlayıp gidebileceğiniz dev süpermarketler bulunmaktadır. Hatta bu kadar uğraşmanıza bile gerek yok, Graham Bell (telefonun mucidi) ve Tim Berners-Lee (internetin mucidi) sayesinde evinize kadar servis mümkündür!

Obezite ve Riskleri

Günümüzde obezite, “uluslararası bir salgın hastalık” olarak değerlendirilmektedir ve insanları hızlı öldürmediği için ülkeler kırmızı alarm vermeseler de pek çok klinik ve dernek, ciddi bir şekilde çözüm üzerinde çalışmaktadır. Bu riskten en muzdarip olan ülkelerden birisi Amerika Birleşik Devletleri’dir, çünkü en yüksek teknoloji, en az fiziksel çaba ile orada kullanılmaktadır. İnsanlar neredeyse hiç hareket etmemektedirler ve çoğunlukla bilgisayar başı işlerde çalışmaktadırlar. Bu da obezitenin ana sorumlusudur. Ancak Amerika, aynı zamanda obeziteye karşı bilinç geliştirmiş ilk popülasyondur ve şu anda insanlar hızlı bir şekilde bilinçlendirilmeye çalışılmaktadır. Eğer yolunuz düşerse, ülkede ya çok şişman ya da çok zayıf insanlar olduğunu göreceksiniz. Çünkü bir kısım insan obeziteyle savaş halinde sürekli spor yaparken, diğer -ve ne yazık ki çoğunlukta olan- kısım obezdir.

Obezitenin doruk noktasına ulaştığı 1999 yılından 2011’e kadar elde edilen şu araştırma sonuçlarına bir göz atalım:

  • Birleşik Devletler’deki yetişkinlerin %31’i obezdir.
  • 6-11 yaş arası çocukların %13’ü, 12-19 yaş arası çocukların %14’ü aşırı kiloludur. Bu rakamlar 1979’dan bu yana 3 katına çıkmıştır.
  • Aşırı kiloluluk her etnik grupta görülmektedir.
  • Obeziteden dolayı sadece Birleşik Devletler’de yılda 300.000 kişi ölmektedir.
  • 2000 yılında obeziteye ABD’nin tek başına harcadığı para 117 milyar dolardır.
  • 2008 yılında yetişkinler arasındaki obezite %34’e çıkmıştır.
  • Obezitenin insanı öldürme ihtimali ve miktarı, kuş gribinden 3 kat daha fazladır.

Günümüzde, yoğun çabalar sayesinde Amerika kendi sınırları içerisindeki obezite artışını durdurabilmiştir. 2011 senesi itibariyle obeziteye harcanan para 168 milyar dolara ulaşmıştır; ancak bu sayede 2003 yılından beridir obezite oranları gerilmese de, artış durdurulmuştur. Amerikan Hastalık Kontrol ve Önlem Merkezi’nin (CDC) internet sitesinde yayınlanan şu hareketli grafik, gidişatı güzel bir biçimde özetlemektedir: 

Obeziteye Yatkınlık Genetik mi?

Peki obezitenin tüm bu çevresel sebepleri haricinde, genetik sebepleri olabilir mi? Günümüzde bu konuda çalışmalara ağırlık verilmiştir; ancak halen net sonuçlar bulunmamaktadır. Bazı genlerin, hücrelerin enerjiyi saklama ve vücuda dağıtma biçimleri üzerinde etkisi olduğu keşfedilmiştir ve bu genlerin belli bir yönde etkilenmesinin, yağ yakımını zorlaştırdığı düşünülmektedir. Bu genlere günümüzde “enerji-tutumlu genler”, bu fenomeni açıklamak üzere ortaya atılan hipoteze ise Enerji-Tutumlu Genotip Hipotezi (Thrifty-Genotype Hypothesis) adı verilmektedir. Fakat henüz pek bir ilerleme kaydedilemediğinden bu konuda açıklama yapmak yersiz olacaktır; sadece genlerin belli bir miktarda etki ettiğini, fakat asıl sorumlunun çevre olduğunu bilmek gerekmektedir. 

Obezitedeki artışı gösteren bir grafik…

Dolayısıyla tüm evrimimiz sayesinde mümkün kılınan tüm bu çevresel gelişmeler, inceden inceye sonumuzu da hazırlamaktadır. Şu anda yaşamakta olan nesil, son birkaç milyon yıldır ilk defa ebeveynlerinden daha kısa ömür beklentisi içerisinde olunan nesildir; yani torunlarımızın ömürlerinin, bizimkilerden kısa olması çok muhtemeldir. Bu sebeple kendimizi ve ürünlerimizi övmeyi bırakarak özümüzü hatırlamalı, bir hayvan türü olduğumuzu unutmamalı ve dolayısıyla içerisinden geldiğimiz doğayı korumanın yollarını bularak, mümkün olduğunca doğal hayata uygun yaşam sürmeliyiz. Bu elbette ormanda ağaçtan ağaca atlamayı gerektirmez; ancak “bize bir şey olmaz” mantığının ölümcül olduğunu görmemiz gerekmektedir.

Yorum Yazın