Türkiye İlk 3 Arasında

Sayın Sağlık Bakanımız Recep Akdağ 2011 yılında yapmış olduğu “Şişmanlara Şişko demek daha doğru çünkü kolay kabullenemiyoruz” söyleminin üzerinden tam 6 yıl geçtikten sonra bu sürecin kelimelerle çözülemeyeceğini, zorlu bir süreç olduğunu ve o günden bugüne gelinen noktayı açık yürekli bir şekilde tekrar gözler önüne serdi. Tam olarak şunu dedi: “Toplumun üçte biri obez, üçte biri aşırı kilolu ve üçte biri de normal. Dünyada en kötü 10 ülke arasındayız!”

Türkiye’nin aşırı şişmanladığına dair söylemleri artık her yerde okuyabiliyor ve görebiliyoruz. Elimizdeki son resmi veri TÜİK’e ait 2014 istatistikleri ki orada toplumun yüzde 42’si normal kilolu olarak görünüyor. Sayın Akdağ’ın paylaştığı veriler bu durumun son iki yılda daha da kötüye gittiğine işaret ediyor. Yapılan çalışmalara baktığımız zaman 33 yıllık bir periyotta dünyada obezite oranının en hızlı yükseldiği ilk üç ülkenin Mısır, Meksika ve Türkiye olduğunu görüyoruz.

Dünyada en kötü 10 ülke arasındayız!

Kilo problemi başta Amerika olmak üzere gelişmiş ülkelerde uzun süredir bir virüs gibi yayılmakta. Durum böyleyken yoğunluklu olarak üzerinde durulan en temel konu da: Bu mücadelede diyet anlamında şekere mi yoksa yağa mı daha çok dikkat etmeliyiz?

1960 lardan itibaren sağlık uzmanları obezitenin ve obeziteye dayalı kalp rahatsızlıklarının temel nedeninin kolesterol ve yağ olduğu konusunda bir konsensusa varıyor. O dönemden başlayarak da tüm sağlık politikası yağlı gıdaların zararları üzerine odaklanıyor. Şeker temel risk kaynağı olarak ikinci plana atılıyor. Margarinin tereyağının yerini alması, az yağlı ya da yağsız ürünlerin marketlerde yaygınlaşması hep bu bilimsel uzlaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Fakat sonrasında yapılan bilimsel araştırmalar durumun hiç de bu kadar net olmadığını, şekerin yağlı gıdalardan daha fazla zararlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum bilimin yanılması değil, bilim içerisinde yer alan bazı insanların ahlak dışı tutumlarından kaynaklanıyor. Araştırmacı gazetecilerin birkaç ay evvel ortaya çıkarttığı gerçek şu ki 1960’lardan başlayarak şeker lobisi başta Harvardlı olmak üzere pek çok araştırmacıya açıktan maddi destek vererek sonuçların şeker lehine kamuoyuna sunulmasını sağlamışlar.

Haliyle şekerin insan sağlığında yaptığı tahribatın boyutu ortaya çıktıkça obeziteyle mücadelenin de yöntemleri hızla değişiyor. Bu yöntemler sadece şekerin insan hayatından çıkartılması ile sınırlı kalmayıp, şekerin fizyolojik ve psikolojik anlamda etkileri de göz önünde bulundurularak geliştiriliyor. Çünkü DİYET yani YASAK algısındaki uygulamaların bugüne kadar kalıcı zayıflama adına yetersiz olduğu defalarca tekrarla görülmüştür. Kişileri durdurulamayacak tüketimlere sevk eden nedenleri ve bireyi anlamaya çalışmak, kalıcı zayıflama için hem en doğru hem de en sağlıklı yöntem olarak değerlendirilmektedir.

Yorum Yazın